Az önce balkona çıktım. Hava nasıl soğuktu anlatamam. Dondum…Dondum. İliklerime kadar dondum. Son günlerde tüm merakımı kara, kışa, ayaza kilitledim. Az önce balkona niye çıktım biliyor musun? Ben iyice üşümek, üşümeyi dibine kadar hissetmek istedim. Çünkü, üşümenin tam zamanı. Kaçırmamalıyım ömrümün üşüme aralığını.
Kar yağdı ya… Kışı, soğuğu, ayazı şimdi iyice hissetmek vaktidir. En fazla merhamet hislerini kışkırtan mevsim, kış değil midir? Yazda, baharda, sıcakta... Kimin aklına sokaklarda kalan evsizler, sahipsiz kalmış kimsesizler, iki iri kirli kara gözlü çocukların çıplak ayaklarına geçirdiği patlak papuçlar gelir? Üşümek acıya çok benzer bir his değil midir? Şimdi üşümeyi yüreğimde hissetmeli, merhamet duygularımı derhal harekete geçirmeliydim. Balkonda uzun uzun durdum. İnce ince kar yağıyordu. Ağaçların yüksekleriyle, tüm binaların kiremitlerinde yoğun bir beyazlık görünüyordu. Gökyüzüne baktım. Ne yıldız vardı ne ay! Gökkubbe kapkaranlıktı. Rüzgâr esmiyordu. Kuru, keskin bir ayaz vardı. Çok üşüdüm. Hatta donmuşum, donuyormuşum gibi hissettiğimi söyleyebilirim.
O anda Kibritçi Kız masalını aklıma getirdim. Gene böyle buz gibi soğuk bir gecede, herkes paltosunun, mantosunun içinde... Kalın botlarını giymiş, atkılarına berelerine bürünmüş, sıcak evelerine koştururlarken... Kendi meşgalelerinden, gelip geçen kimsenin farkına varmadığı, başı açık, ince yamalı giysili, çıplak ayaklarına geçirdiği plastik botları yırtık, yoksul, miniminnacık bir kız çocuğu hayal ettim. Bir köşede yerde oturmuş, ayaklarını altına toplamış, soğuktan dudakları, elleri morarmış tit tir titriyordu. İncecik, kısık bir sesle "Kibrit var. Kibrit var." diye sesleniyordu. Önündeki kibritleri sabahtan beri satmaya gayret ediyordu. Yanından gelip geçen hiç kimse kibritçi kızı fark etmiyordu. Ayakları iyice donmaya, sızlamaya başlamıştı. Ben de balkondaydım ya... Biliyordum. Üşümek feci acıtıyordu. Kış mevsiminin sivri dişli soğuğu, açıkta kalan bedenleri hırlayarak ısırıyordu. Acaba asıl üşümek farkedilmeyince mi gerçekleşiyordu? Sevilmeyince... El uzatılmayınca... Yalnız bırakılınca... Sanırım üşümenin böylesi yüreği damardan jiletliyordu.
Hemen Kibritçi Kız'ın yanına gittim. Yancağızına çöktüm. Titreyen elinde tuttuğu kibriti elime aldım. İçinden çıkardığım çöpü duvara hızla sürttüm. Kibrit küçücük alev aldı. Kız üşüyen ellerini uzattı. Minik parmaklarını ısıttı. İki iri kirli kara gözlerini koca koca açtı. En masum haliyle içime baktı. Eğildim. Usulca kulağına "Farzet ki sıcak bir yaz gecesindeymişik. Senle ben yıldızmışık. Aymışık." dedim. Bana incecik dudaklarının kenarlarılarıyla sıcacık gülümsedi. O gülünce birdenbire altımızdaki toprak ısınıverdi. Dokundum. Yanakları fırın gibi yanıyordu. Derken gökten bir yıldız kaydı. Gözlerimi önce yıldızın peşi sıra çevirdim. Sonra sevinç içinde Kibritçi Kız'a döndüm. Çok yorgundu besbelli. Lapa lapa yağan karların altında bir melek gibi uyuyordu. Üşüdüm ben. Titrediğimi hissettim. İçeriye girdim. Balkonun kapısını sıkıca kilitledim. Ev o kadar sıcaktı ki, kaloriferlerin ısıttığını bilmesem yaz mevsiminde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirdim. Yıllar vardı ki Kibritçi Kız masalını aklıma getirmediğimi düşündüm. Salona geçtim. Televizyonun karşısında oturdum. O anda Kibritçi Kız'ı uykusunda unuttum.
No comments:
Post a Comment